Cihan şampiyonu Kara Ahmet bir ayıya karşı

Kaynak: Fethi Satıcı

Kara Ahmet’i kim tanımaz? Bizim ilk resmi ağır sıklet Dünya Şampiyonumuz. Kendisi bundan tam seksen yıl önce XIX. (19) yüzyılın bitişi ve XX.(20) yüzyılın başlaması vesilesiyle Paris’te yapılan milletlerarası büyük güreş müsabakalarında birinciliği kazanarak yurda dönüyordu.

Hem o sıralarda henüz olimpiyatlar ihya edilmiş, amatörlük profesyonellik meseleleri ortaya atılmış değildi. Bileğine güvenen bu çetin müsabakalara katılmıştı. Aralarında Hakimişmit gibi Çarlık Rusyası’nın ünlü güreşçileri de vardı. Koca Yusuf Amerika’ya geçmiş olduğundan hiç de onun kadar iri olmayan ve ancak yüz kilo kadar gelen ağır sıkletler için hafif sayılan esmer ve güler yüzlü bu gençten böyle bir başarıyı hiç kimse beklemiyordu. Ama o beklenmeyen ve umulmayan şeyi yapmış dünya birinciliği demek olan Cihan Şampiyonluğu kazanmıştı. Bunun için ortaya konan şampiyonluk kemerini de kazanmaya muvaffak olmuştu.

Bütün dünya gazeteleri ondan bahsediyorlardı. Bu başarısını göklere çıkarıyordu.
Bu güreşler grekoromen sitilde yapılmakta olduğu ve bu stil güreş de Kara Ahmet’e tam anlamıyla uyduğu için onun değerini bilenler buna pek şaşmamışlardı.
Nitekim Kara Ahmet’i grekoromen güreşte yenebilen yoktu ama yağlı güreşte kendisini pek güzel yenebiliyorlardı.

Kara Ahmet memlekete dönmeden önce Paris’te kendisine âşık olan bir kızla da tanışmıştı. Bir fabrikatörün kızı olan bu genç ve güzel kız hemen arkasından İstanbul‘a gelerek Müslüman olmuş, Ayşe Zarife adını almış ve Kara Ahmet ile evlenmişlerdi. Kara Ahmet’in şöhreti o derce yükselmişti ki zamanın padişahı Sultan Abdülhamit bile güreşi ve pehlivanları hiç sevmediği halde kendisine bir nişan vermiş bir de aylık bağlamıştı.

“Kim bu deli İbiş Pehlivan”

İşte o günlerden birinde Kara Ahmet İstanbul’da Çemberlitaş’taki pehlivan kahvesinde oturur, arkadaşları ile sohbet ederken içeriye bir Çingene girmiş doğruca Kara Ahmet’in karşısına dikilmişti:

“A be Kara Ahmet dedikleri sensin değil mi?”

“Benim ne olacak?”

“Bütün Frenk pehlivanlarının sırtlarını yere getirmiş bir de altın kemer almışsın öyle mi?”

“Öyle olsun ama neden sorarsın bunları bana?”

“O kemeri senden isterim de onun için…”

Çingene çiroz gibi bir şey… Onun için bu meydan okuyuşa herkes şaşmış. Kara Ahmet ise adamcağızı hoş görmüştü.

“Kusura bakma! Seninle tutamam” dedi. “Sen okkana ve boyuna göre bir pehlivan bul da onunla tut.”

“Yok be! Seninle tutacak ben değilim. Deli miyim ben?”

“Ya kim tutacak?”

“İbiş”

“İbiş de kim?”

“Kim olacak? Benim İbiş’im işte. Nah şu ağa tanır onu.”

Bunu söylerken Kara Ahmet’in yakını olan ve onun birçok güreşlerini organize eden o sıralarda pehlivan kahvesini de işleten Murtaza Pehlivanı göstermişti.

Şimdi bütün gözler Murtaza Pehlivana döndüğü anda o da kahkahayı basmıştı.

“Tamam. Şimdi hatırladım senin İbiş’i. Hala güreşiyor mu?”

“Elbet güreşir. Eskiden ne kadar pehlivansa şimdi iki kat daha pehlivan. Hiçbir başpehlivan dayanamaz karşısında.”

Kara Ahmet olsun arkadaşları olsun iyiden iyiye şaşırmışlardı. Kara Ahmet dayanamayarak Murtaza Pehlivana döndü.

“Kuzum kim bu İbiş Pehlivan?”

“İnsan değil be. İbiş dediği ayısı! Ama Allah için onu bir yetiştirmiş ki inanılır gibi değil. Değme pehlivanlardan bu işi daha iyi bilir.”

“Deme be!”

“Öyledir öyledir. Peşrev bile yapıyor. Bir elense çekişi bir dalışı bir künde atışı var şaşırırsınız!”

“Merak ettim şunu…”

“Haklısın. Hani edilmeyecek gibi değil. Bak senin kıymetini benim kadar kimse bilemez. Takdir edemez. Ama ben gene de onu kolay kolay açık düşürebileceğini pek sanmam.”

Çingene ilave etti.

“Ne açık düşürmesi? Benim İbiş, Kara Ahmet Pehlivanı da rahat yener. Hem bir çeyrek saatte…”

Arkadaşları hemen gülmeye ve Kara Ahmet ile dalga geçmeye başladılar. Murtaza Pehlivan ise başka bir şey düşünüyordu. Böyle bir güreş tertip edilecek olsa herhalde bunu seyretmek için çok kişiler kalkar gelirlerdi.

Arkadaşlarının kendisiyle alay etmeleri Kara Ahmet’i birden kızdırmıştı.

“Peki, getir şu ayıyı da boynunu kırayım” dedi.

Çingene başını salladı:

“Olur, getiririm. Ama seni yenecek olursa kemerini isterim.”

“Ne yapacaksın kemeri?”

“İbiş’ime takacağım.”

Salon erkenden dolmuştu

Böylece her şey kararlaştırılmış oldu. Bu meraklı güreş, Şehzadebaşı tiyatrolarından birinde yapılacaktı. Çoktan beri Kara Ahmet’in bir güreşini görmemiş bulunan güreş meraklıları salonu erkenden doldurmuşlardı. Sahnede daha önce Avrupa usulü grekoromen birkaç güreş gösterisi yapıldı. Sonunda da Kara Ahmet kısbetini giyinmiş olarak çıktı. Kollarına çuval ve keçe sarmış bunları bağlamıştı. Bu tedbiri de ayını keskin dişleri ve tırnakları için almış bulunuyordu.

Derken Çingene ayısı ile birlikte geldi. Sahnenin ön tarafında yer alan davul zurnacılar daha davul zurnaları vurmaya başlar başlamaz ayı yerinde durmaz olmuştu. Çok iri bir ayıydı. Ayağa kalktığı zaman boyu Kara Ahmet’in boyundan geri kalmıyordu.

Çingene son olarak hayvanın burnundaki halkasını çıkarmış ve onu serbest bırakmıştı. O zaman herkes büyük bir şaşkınlık içinde ayısını tıpkı bir usta gibi peşrev yapmaya başladığını gördü.

Kara Ahmet de hem kendi peşrevini yapıyor hem de bunu seyrediyordu.

Şunu da belirtelim ki çingene bu sefer kendisi gibi yarım düzine çingene daha getirmişti yanında. Bunların hepsi de ayı terbiyesinde usta kişilerdi. Görevleri herhangi bir biçimsiz durumda araya girmek ve İbiş’i sakinleştirmekti.

Ancak İbiş iyiden iyiye keyifli görünüyordu. Kara Ahmet bir iki defa yanına sokulma cesaretini göstermiş, İbiş her defasında son derce kuvvetli elenselerle kendisini yere yıkıvermişti.

Halk bu mükemmel elense çeken ayıyı alkışlarken bazıları da Kara Ahmet’i harekete getirmeye çalışıyordu.

“Haydi be Ahmet Pehlivan!”

“Haydi, Kara Ahmet!”

“Göster Cihan Pehlivanlığını.”

“Sakın kaptırma kemerini İbiş’e.”

Güreş uzadıkça Kara Ahmet hem yorulmaya hem de bu son derece kuvvetli ve güreşi çok iyi bilen ayı karşısında bir şey yapamamak hatta ona yenilmek korkusuna kapılamaya başlıyordu.

Bu işe girdiğine çoktan pişman olmuştu ama iş işten geçmişti.

Kuvvet yoluyla ona bir şey yapamayacağını anlayınca bu sefer işi kurnazlığa döktü. Güreşi önce yavaşlattı. Sonra ayının karşısında hareketsiz öylece durdu.

Ayı buna alışık olmadığı için şaşırıyordu. O da iki ayağı üzerine kalkarak öylece duruyordu.

Ayı oyuna geldiğini anlayınca…

İşte Kara Ahmet’in beklediği dakika bu dakikaydı. Ayı böyle durunca, birden iki eliyle onu göğsünden iterek dengesini bozup sırtüstü düşürdü.

İbiş nasıl bir oyuna geldiğini anlayınca şiddetli bir homurtu ile yerinde fırlayarak Kara Ahmet’in üzerine atılmak istedi. Ama bunu tahmin eden Çingenelerden biri onu çoktan ortadan kaçırmıştı. Ayıcı çingeneler sahnede dört dönen, gözleri kan çanağı haline girmiş kızgın ayının etrafını çevirdiler. Sopaları ile onu güç bela sakinleştirip burnuna da halkasını takıverdiler.

O zaman heyecana kapılmış olan ve yerlerinden fırlamış bulunan halk acıklı bir manzara ile karşılaştı. İbiş adındaki o koca ayı yere oturmuş, pençelerinin tersleri ile gözyaşlarını siliyor ve acı sesler çıkararak bir çocuk gibi ağlıyordu!

İşte, koca Cihan Şampiyonu’nun bir ayı karşısında atlattığı tehlikenin hikâyesi budur.
Kendisi her zaman fırsat düştükçe bu ayının karşısında geçirmiş bulunduğu yenilme korkusunu, başka hiçbir pehlivanın karşısında geçirmemiş bulunduğunu söylermiş.

Allah hepsine rahmetler eylesin!